Derin sanayi bölgesinin göbeğinde, geçmişin izlerini taşıyan eski bir fabrika duruyordu. Sol tarafta, 1900’lerin pas kokulu, is lekeli, loş atmosferinde devasa çarklar yavaşça dönüyor, buharlı makineler homurdanarak çalışıyordu. Eskimiş yağ lambalarının titrek ışığı, duvarlara gotik gölgeler düşürüyordu. Paslı uyarı levhaları ve ağır iş makineleri arasında, terkedilmiş bir çağın yankıları hâlâ duyulabiliyordu.
Ancak fabrikanın sağ tarafı tamamen farklı bir dünyaya açılıyordu. Metalik yüzeyler ışıl ışıl parlıyor, her şey steril bir düzen içindeydi. Mekanik kollar kusursuz bir senkronizasyonla çalışıyor, robot işçiler insan emeğinin yerini çoktan almıştı. Mavi neon ışıklar, gelişmiş bilgisayar ekranlarını ve kontrol panellerini aydınlatıyordu. Zemin, titreşimsiz raylarla kaplıydı ve devasa üretim hatları, ileri teknoloji implantları milimetrik hassasiyetle oluşturuyordu.
Tam sınır çizgisinde, bir mühendis duruyordu. Siyah takım elbisesi ve elinde tuttuğu dijital tabletle, dönüşümün merkezinde yer alıyordu. Bir yanda, sanayi devriminin mirası; diğer yanda, geleceğin kusursuz otomasyonu. Fabrikanın iki farklı yüzüne baktı.
Geçmiş ve gelecek, aynı çatı altında birleşmişti. Ancak asıl soru şuydu: Bu değişim bir ilerleme mi, yoksa insan emeğinin silinmesi miydi? Mühendis gözlerini fabrikanın eski kısmına çevirdi. Orada, terk edilmiş tezgâhların üzerinde, yağlı bir çekiç duruyordu. Belki de her şey, bir gün tekrar insan dokunuşuna ihtiyaç duyacaktı.
Yorumlar
Henüz yorum yok. İlk yorumu sen yap!
Yorum Yaz